2 Mart 2011 Çarşamba

Bağımlı mıyız?

Büyük bir hevesle kişilik testi benzeri kitabımı dolduruyordum. "Bağımlısı olduğunuz şey nedir?" diye sordu. Ailemizde birkaç nesildir kimsenin sigara içmemesinin verdiği gizli gururla koca bir çizgi çekip geçtim soruyu. Çikolata, kahve falan da severdim ama, bağımlılık da değillerdi hani. 

Ertesi sabah evden çıkmadan 10 dakika önce farkettim acı gerçeği. Ben bağımlıydım, hem de çok garip bir şeye: Gözaltı kapatıcısı! Evet. Lise hayatımın ortalarında keşfetmiştim annemin göz kalemlerinin yanında masumca duran o ten rengi tüpü. Uykusuzlukla doğru orantılı olarak büyüyen göz altı morluklarımı kapatabiliyordu. Aynada bir anda daha az yorgun ve uykusuz bir versiyonuma dönüşüyordum. Zamanla o tüpün bana ait versiyonları çantada taşınır oldu. Geçen yaz İstanbul'a gittiğimde kapatıcının içinde bulunduğu minik çantacığı evde unuttuğumu anımsıyorum. Kendimi psikolojik olarak o kadar yorgun hissediyordum ki, ertesi gün ucuz kozmetikçilerden birinden göz altı kapatıcısı alırken buldum kendimi.

Bir yandan kadının toplumdaki yeri, önyargılar, sorunlar konusunda bu kadar kafa yorup bir yandan da her sabah göz altı kapatıcımı sürerek evden çıkıyor olmam, çoğu kadının yaşadığına inandığım tezatların küçük bir örneği. Çocukluğumuzdaki porselen ciltli prensesler, zamanla billboard ve dergi kapaklarından fışkıran mükemmel modellere bırakıyorlar yerlerini. En sonunda, aslında hiç gerçekçi olmayan bir güzellik algısına sahip oluyoruz. Bu yüksek standartlara kendimizi uydurmaya çalıştıkça da diyet ve kozmetik dünyasının bağımlısı olarak  buluyoruz kendimizi.

George Orwell'in 1984'ünde "doublethink" diye bir kavram vardı. İdeal birey olabilmek için aynı anda birbirinin tam tersi olan iki düşünceye inanabilme ve o şekilde sorunsuz yaşayabilme anlamına geliyordu. Çoğu zaman, bugünün dünyasında bir birey, ve özellikle de bir kadın olarak hayatta kalabilmek için doublethink yetisine ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bir yandan güzellik normlarının aslında ne kadar sınırlayıcı ve yapay olduğunu düşünüp, bir yandan aynada göz altı kapatıcısız halini beğen(e)memenin başka bir açıklaması yok çünkü...

28 Şubat 2011 Pazartesi

Haftanın Filmi: ¨Caramel¨ Üzerine Düşünceler

İzlemeye alışık olduğumuz, gişe rekorları kıran Hollywood filmlerinde kadın genellikle, karizmatik erkek protagonistin tamamlayıcısı olarak karşımıza çıkar. Dünyanın sonu gelmek üzereyken, yan kurgu olarak da bir aşk hikayesi izleriz. Nadine Labaki’nin yönettiği Lübnan yapımı Caramel’i farklı kılan ise, bir kadın yönetmen elinden çıkmış olması. Film, güzellik salonunda çalışan dört kadının gündelik yaşamından kesitler sunarken, bir erkek yönetmenin belki farkına bile varmadığı detaylara yer vererek izleyiciyi gülümsetiyor.

Kişisel olarak filmle ilgili en beğendiğim şey, dört ana figürün de ‘genel ahlak kuralları’na aykırı yaşamasıydı. Bu dört kadının birbirlerini ‘kusurlu’ yanlarıyla kabul etmesi ve aralarındaki dayanışma; bekaret, eşcinsellik, namus ve güzellik kavramları üzerine bir kez daha düşünmemi sağladı. Özellikle kadın izleyicilerin kendilerinden çok şey bulacaklarını düşünüyorum, görmenizi şiddetle tavsiye ederim.

25 Şubat 2011 Cuma

¨Size Müsabakayı Kazandıran Hasletiniz Nedir Sayın Feriha Tevfik?"-"Güzelliğimdir İhtimal"

1968 yılında Atlantic City’de yapılan güzellik yarışmasında bir anda her şey ters gitmeye başlamıştı. Önce en ön sırada oturan 6 kadın tarafından ¨Kadınların Özgürlüğü¨ yazan bir pankart açıldı, sonra koku bombaları patladı. Her ne kadar olanlar yarışmaya yansıtılmamaya çalışılsa da, ertesi gün tüm gazetelerin manşetlerinde feminist protestocuların yarışma sırasında sütyenlerini yaktıklarına dair haberler yer alıyordu.

4 Şubat 1929 gününün Cumhuriyet gazetesinde ise çok farklı bir manşet vardı. ¨Bütün dünyada güzel kadınlar seçilir ve memleketlerinin güzelik kraliçesi intihap edilirken, bizim böyle bir kraliçemiz niçin olmasın? Türkiye'nin en güzel kadını acaba kimdir?" İşte bu soruyla ilk Türkiye Güzeli’nin seçimine giden süreç başlamış oluyordu. Türkiye Güzeli yarışması ¨mühim ve ciddi bir müsabaka¨ydı. Çok geçmeden yayınlanan fotoğraflar ülkenin gündem başlıklarından biri haline geldi.

Kadınların mayo giyerek kendilerini bir grup insana beğendirmeye çalışmaları ve bunun sonunda ¨en güzel¨ olmakla ödüllendirilmeleri gerçekten de ilk bakışta kadının toplumdaki yeri açısından endişe verici gözüküyor. Buna rağmen Cumhuriyet tarihinin ilk güzellik yarışmalarının kadınları özgürleştirmek için bir araç olarak kullanılmış olması oldukça enteresan bir durumdur bana kalırsa. Her gün kadın fotoğrafları yayınlayan Cumhuriyet gazetesi, daha 10 yıl öncesinde kadın vücudunu sadece siyah çarşaf altından görebilen bir topluma bunun bir ¨namussuzluk¨olmadığını göstermeye çalışıyordu.


Bu iki olayı beraber değerlendirdiğimde dünyanın başka bir ucunda sütyen yakarak gerçekleştirilmeye çalışılanların, bir zamanlar ülkemizde sütyenle poz vererek yapılmış olmasını gülümsetici buluyorum. Daha gülümsetici olan başka bir şey ise ilk Türkiye Güzeli Feriha Tevfik yarışma sonrasında vapura bindiğinde buklelerinden birinin kesilerek çalınmış olmasıdır. Türk toplumu kadın güzelliğiyle olan enteresan ilişkisine daha o zamandan başlamıştır...

Nick Gentry- Connection Lost

24 Şubat 2011 Perşembe

Platform 3.3 ve Bilkent Drama Atölyesi İşbirliğiyle "Kocasını Pişiren Kadın" Oyunu Sahnelendi.

16 Şubat Perşembe günü Bilkent Üniversitesi'nde Platform 3.3 Bilkent Drama Atölyesi işbirliğiyle ilk etkinliğini gerçekleştirdi. "Fırından gelen kokularla, uçkuru arasında mekik dokuyan" Kenneth'in tercihini bir türlü yapamamasını anlatan oyun, öğrenciler tarafından oldukça başarılı bulundu.



Oyun sonrasında ise oyuncuların da katılımıyla oyunda yer alan kadın stereotiplerinden yola çıkarak toplumdaki kadın algısının tartışıldığı kısa bir sohbet gerçekleştirildi. Gecenin resimlerine Facebook sayfamızdan ulaşabilirsiniz.